Ez cüdâyîhâ hikâyet mîküned
Bişnev in ney çün hikâyet mîküned

5 Ekim 2008 Pazar

Az aslında çok mudur?

“Az aslında çoktur” diye bir söz dolaşıyor ortalıklarda bu aralar. Peki ne demek ki bu buram buram İngilizce’den çeviri kokan laf?

Yakın zamanda bilgisayar, cep telefonu gibi elektronik bir alet almak için teknoloji marketleden birine gittiyseniz, “çok”un aslında “az” olduğunu anlamış olmalısınız. Bu, yalnızca teknolojik alternatiflerin fazlalaşmasıyla ilgili bir kavram değil. Çok seçenekli yeni dünya düzeninin ve serbest piyasa kültürünün getirip yakın geçmişte hayatımıza soktuğu bir kavram.

Eğitimde, kariyerde, arkadaşlıkta, aşkta, kişisel gelişimde... Tercih yapabilme şansının hayat kalitemizi artırdığı su götürmez bir gerçek. Bu şans, bize hayatımız üzerinde kontrol sahibi olma duygusunu ve istediğimiz şeye ulaşma imkanını yaşatıyor. Bağımsız bir birey sayılabilmenin ve mutlu olabilmenin —yeni çağın en çok vurgulanan— koşullarından biri de seçim yapabilme şansı.

Ancak günümüzde işler biraz daha karmaşık bir hal aldı. Kendinizi hiç çok seçenek olduğu için tercih yapamaz halde buldunuz mu? Bunun sizi ne kadar mutsuz ettiğini hatırlıyorsunuzdur.

Bunu yaşayan bir siz değilsiniz. Böyle düşünen başkaları da var. Mesela, Barry Schwartz, 2004 yılında BusinessWeek’in yılın en iyi 10 kitabı arasında gösterdiği Bolluk Paradoksu’nda (MediaCat Kitapları 2008) bu konuyu ele alıyor. Kitap, 2002 yılı Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Daniel Kahneman ve Martin Seligman gibi araştırmacıların çalışmalarını dayanak alıyor. Schwartz, kitapta daha fazla seçenek sunulmasının her zaman daha iyiyi getirmeyeceğini savunuyor. Schwartz, elektronik mağazasında “seçenek çeşitliliğimizi keşfetmek üzere” çıktığı bir alışverişten örnek veriyor. İşte burada gördükleri:

- 45 farklı oto müzik sistemi ve onlarla uyumlu 50 farklı hoparlör seti.
- 42 farklı bilgisayar (çoğu çeşitli şekillerde kişiselleştirilebiliyor).
- Bilgisayarların yanına 27 farklı yazıcı.
- Yüksek çözünürlük, düz ekran, değişik ekran boyutları ile 110 farklı televizyon.
- 30 farklı video kayıt cihazı ve 50 farklı DVD oynatıcı.
- 20 video kamera.
- Cep telefonları hariç, 85 farklı telefon.
- 74 farklı stereo radyo, 55 farklı CD çalar, 32 farklı kasetçalar ve 50 farklı hoparlör seti.

Schwartz bir de bu parçaların mümkün olan her şekilde birleştirilebildiği düşünülürse, önümüze “6.512.000 farklı stereo sistem opsiyonu” çıktığını hatırlatıyor.

Nasıl? Karar vermek zor mu geldi? Çok fazla seçenek sahibi olmanın da bir bedeli var. Bu binlerce seçenek arasından en iyisini seçmenizi sağlayacak bilgiyi toplamak için yeterli zamana sahip olmanız imkansız. Çünkü modern hayatın sizden başka beklentileri de var. Öte yandan kitlesel bir “özgürlük, özgür irade ve çeşitlilik” akımının etkisi altında olduğumuz da çok açık. Özgürlüğün bedelini, önümüze çıkan hiçbir seçenekten feragat etmek istemediğimiz ve en iyiyi aradığımız için mutsuz, kaygılı, stresli, tatminsiz ve hatta depresif bir hayat sürerek ödüyoruz.

Hayatın her alanında modern insanın üzerinde bir “aşırı yükleme söz konusu.” Bu, süpermarketten haftalık gıda alışverişi yaparken de böyle, kot pantolon almak için mağazaları gezerken, hatta evleneceğimiz insanı seçerken de böyle. Alternatiflerin sayısı inanılmaz. Bu noktada, Schwartz insanları “tatminliler” ve “en iyiyi arayanlar” olarak ikiye ayırıyor ve tatminlilerin yaşam kaliteleri ve mutluluk seviyelerinin en iyileri arayanlara göre nasıl çok daha yüksek olduğunu gözlerimizin önüne seriyor.

Tabii herkesin “en iyiyi aradığı” alanlar farklı. Belki yemek ve giysiler konusunda “en iyiyi aramak peşinde” günlerinizi harcamıyor olabilirsiniz ama en iyi stereo ses sistemini aramak ya da en iyi arabayı seçmek için aylarınızı harcayabilirsiniz. Yoksa bu ve bunun gibi takıntılar hayatı size zehir mi etmeye başladı?

Süpermarket ürünlerinin aksine, elektronik mağazasındaki ürünler çok hızlı tüketilmez. Yanlış bir karar verirsek, yaptığımız tercihten pişman olur ve çok daha az tatmin duyarız. Üstelik elediğimiz çekici alternatiflerin sayısı ne kadarsa pişmanlık katsayımız o kadar yüksek olur. Bu durumda seçtiğimiz ürünle yaşamak zorunda kalabilir ya da onu gerip verip zorlu tercih sürecine baştan girebiliriz. Üstelik bu seçimde sağduyumuz ya da alışkanlıklarımız da bize yardımcı olmaz çünkü normalde iki günde bir ses sistemi satın almayız. Hem teknoloji o kadar hızlı ilerler ki biraz geciksek almayı düşündüğümüz modellerin tamamen değişmiş olduğunu görebiliriz. Tabii bir de “en iyiye bile” alışma meselesi var. Siz en iyi seçimi yapıp en iyi modeli seçseniz bile birkaç ay sonra seçtiğiniz sisteme alışabilir, daha iyisinin çıktığını öğrenebilir ve ilk duyduğunuz tatmini duymayabilirsiniz. Bu durumda kararlarınız yüzünden acı çekebilir ve yeni alacağımız kararlarda ne istediğinizden çok geçmişteki yanlış tercihleri temel alırsınız. Bu bedeller düşünüldüğünde, “seçimlerimizin ciddi sonuçları” olduğu su götürmez bir gerçek.

Bu durumda, Schwartz’a göre seçenekler karşısında yılgın hisseden birinin yapması gereken şey, “en iyi”yi aramaya bir son verip elindeki seçeneklerden feragat etmeyi öğrenmek ve yaptığı tercihten tatmin olmayı bilmek. Bu, bir zamanlar birlikte olduğunuz için mutluluktan havalara uçtuğunuz kadınla evlendikten sonra, karşınıza çıkan diğer yeni seçeneklere bakıp “Ben tercihimi yaptım ve karımla mutluyum. Artık bu konuda düşünmek istemiyorum” demeye benziyor. Çünkü tatmin olabilmek ve yaptığımız tercihi hayat boyu tekrar tekrar değerlendirip mutsuz olmamak için bu şart.

Bunu başarabilmek için Schwartz bize şunları tavsiye ediyor:

1. Daha tatminli olun, en iyiyi daha az arayın
2. Dönüşü olmayan kararlar alın
3. Daha az pişman olun
4. Seçeneğe adapte olacağınızı önceden bilin
5. Beklentilerinizi kontrol altına alın
6. Sosyal kıyaslamayı azaltın
7. Sınırlamaları sevmeyi öğrenin

Bu çıkarımlar, insanların önünde ne kadar fazla seçenek olursa o kadar mutlu olacakları varsayımını çürütüyor. Mutlu olabilmek için çok yüksek standartlar koymak yerine “yeterince iyi”yle mutlu olabileceğimizi unutmuş gibiyiz. Seçim özgürlüğümüze kendi sınırlarımızı koymayı bilsek ve kararlarımızdan geri dönme payımız olmasa. Kendimizi başkalarıyla kıyaslayıp durmaktan vazgeçsek, ne dersiniz? Sizce zamanı gelmedi mi?

-Digital Age dergisi Haziran 2008 sayısında yayımlanmıştı.